Kimi kez facebook'ta okuduğum kitaplar üzerine yazıyorum. Facebook olmadan da kendi kendime yazardım. Bir öykü ya da romanı yazarken, bana neler katıp katmadığını daha iyi anlıyorum. Çevremde okuduklarımı anlatacak insan bulamadığımdan içimden geçenleri dışlaştırıyorum.
Bugün Ayşe Kulin'in “Gizli Anların Yolcusu”(1) kitabını bitirdim. Kitabın baş karakterlerinden biri olan İlhami, üç yıl önce oğlunu bir kazada kaybeder. O günden sonra karısı Eda bir türlü kendini toparlayamaz. Çocuğunun yasını tutan karısına hoşgörülü yaklaşan İlhami, Eda'nın kendisini ihmal etmesini görmezden gelir. Ancak sarhoş olduğu bir gün, tüm bastırdığı duygular açığa çıkar. Ortağı olan Handan'la birlikte olur. Kocasından boşanan Handan ona: “ Bizimki yalnızca seks arkadaşlığı olsun,” der.
“ Seks arkadaşlığı” kafama bir kıymık gibi saplanıyor... Bunu son günlerde sıkça duyuyor ve okuyorum. Google'dan bir araştırma yapıyorum. İnsanların ilgiyle yöneldiği böyle bir akım varmış. Çağlar değişirken yaşam biçimleri de değişiyor. Sorumluluk almadan, yüreğinin pıır pıır ettiğini duyumsamadan, “cinsel gereksinimlerini” karşılamanın adı şimdilerde “seks arkadaşlığı” olmuş. Arkadaşlık kavramının da içini boşaltmışız. Yüreğimde kocaman bir boşluk... Biliyorum, ben uyumsuzum. Hiçbir zaman çağımın insanı olamadım. Kimi insanlara “normal” gelen şeyler bana “anormal” geliyor.
Peki, bir soru sorsam nasıl yanıtlarsınız? “İki erkeğin birbirine aşık olması anormal midir? “ Ben sizi yanıtınızla baş başa bırakıyor, yeniden kitaba dönüyorum.
Yazar, İlhami'yle Handan'ın birlikte olduğu bölümleri açık-seçik anlatıyor. İlhami, cinsel doyuma ulaştıktan sonra Handan'la birlikteliğinden pişman olur. Kulin'in burada, “seks” bölümlerini niçin bu kadar ayrıntılı anlattığını romanın ilerleyen bölümlerinde anlarız. Bir süre sonra, İlhami'nin yaşamına yayınevinde çalışan, yirmili yaşlarda olan, grafiker Bora girer. Ancak İlhami onunla birlikteliğinden tiksinmez ve pişman olmaz. Bora, çoçukken gittiği din eğitimi verilen bir kursta defalarca tecavüze uğramıştır. Gerek cinsel dürtülerini bastırması gerekse bu tecavüzler onu eşcinselliğe iter.
Kitapta eşcinsel olmanın biyolojik, psikolojik, sosyolojik etkileri, süreçleri anlatılmıyor. Bora'nın eşcinsel olmasıyla ilgili yukarıda söylediğim iki satır şeyden başka bir şey yok. Bu arada elli yaşına kadar heterokseksüel olan İlhami nasıl oluyor da, birdenbire Bora'nın dudaklarını öpmesiyle biseksüel oluyor? Böyle bir değişim olabilir mi? Eğer İlhami'nin böyle bir eğilimi varsa, yazarın bunu daha önceden yazması gerekmez miydi?
Ayşe Kulin, artık ömürlük aşkların kalmadığını, “içten” sevmek istesek bile, böyle bir sevmenin tek yanlı olamayacağını, ihanet içindeki ihanetlerin insanı nasıl yaraladığını, evlilik denen kurumun nasıl ikiyüzlü ilişkileri perdelediğini, küçük yaşta çocuklara yapılan cinsel saldırıların kişide bıraktığı travmaları, insanın kendi hemcinsine aşık olmasının bir tabu olmadığını anlatıyor. Ancak romanda izlek yok. Şöyle ki: “ Eseri, estetik nesne düzeyine yükselten konu değil, izlektir. Okur, izlekle, yazarın, aşkı, cinselliği, ihaneti, nasıl yorumladığını görür. Bu yorum, o güne kadar gelen yorumlardan çok farklıdır... çok farklı olmalıdır. Bir insanın roman yazmasının temeli budur. “(2)
Ayşe Kulin'in romanı izleksiz. Ne Bora'nın neden eşcinsel olduğunu ne İlhami'nin niçin biseksüelliğe kaydığını, ne de Handan'ın “seks arkadaşlığı” yaptığı İlhami'yi neden saplantılı bir biçimde kıskandığının açılımı var. Romanın sonunda, İlhami'nin karısı Eda'nın oğlunun ölümünden kendisini suçlamasının nedeninin kocasına ihanet etmesi olduğunu öğreniriz. Bunun da romanda bir çözümlemesi yok. Bu karakterler, evliliği, ihaneti, suçluluğu nasıl yaşıyorlar? İnsani ilişkiler, yozlaşırken, bu yozlaşma kendi kendiliğinden mi oluyor? Ayşe Kulin bu dünyayı bizlere nesnel biçimde anlatmıyor. Her ne kadar olaylar, günümüz Türkiye'sinde geçse de, burjuvaları burjuva yapan dünya bir iki sözcükle geçiştiriliyor.
Kulin'in karakterleri, uzay boşluğunda bir göktaşı gibi başı boş, dolaşıyor. Oysa edebiyat insan araştırmasıdır. Yalnızca kuru konuşmalarla, merak uyandıran olay örgüsüyle yazılan, bir dizi izliyormuş gibi duygu uyandıran romanlar, insanı insandan kopartıyor.
İçimde bir hüzün...“İşte insan bu,” denen romanları okumak için kütüphane bakıyorum...
Karanlığın içinden bir el uzanıyor bana... Elim ellerinde... “Biliyor musun, ben en çok bir öykü ya da roman üzerine konuşmayı severim,” diyorum...
Soğuk bir Kasım ayında, evler, sokaklar bir karınca telaşıyla gökyüzünden yeryüzüne griyi taşırken, “estetik nesne” olan kitaplarla çoğalıyorum...
Kaynakça:
1) Ayşe Kulin, Gizli Anların Yolcusu, Everest Yayınları, İstanbul, 2017.
2) Cengiz Gündoğdu, Taşkıran, İnsancıl Yayınları, İstanbul, 2004, a.g.e. 103.