İnstagramda bir sokak röportajı izledim. Öyle üzüldüm ki. Konu enflasyon oranıydı. Muhabir, “Yılı, enflasyonu yüzde on ikinin altına düşürerek bitirdik, haberine ne diyorsunuz?” diye yan yana duran iki yurttaşa soruyor. Yanıtlar yürek yakıcı. Özellikle yanındaki yaşlı adamı gösteren genç olanın yanıtı.
“ Ben oğluyum. En basitinden bir kalıp peynir yirmi yedi lira olmuş. İş yok, güç yok. Atanamıyorum, iş bulamıyorum. Devlet oku diyor, okumuşum, ortada kalmışım. Ne yapayım ben, öleyim mi? Yirmi sekiz yaşındayım. Babam olmasam ne yapacağım? Bir erkek babasından nasıl, ne kadar para alabilir? İki şey alıyorsun elli lira tutuyor. Aç geziyoruz, aç,”
En çok da “Öleyim mi?” sorusu yaktı yüreğimi. Son intiharları düşündüm. Hani o ailece intihar edenleri. Sonra atanamayanların intiharlarını. İnsanları, o sınıra doğru iten çaresizliğin haykırışı vardı o delikanlıda.
Ben de hep düşünürüm asgari ücret alan bir kişi ailesini nasıl geçindirir, eşi çalışsa bile nasıl başa çıkarlar diye. Hele bir de çocuk varsa. Kiralar almış başını gidiyor, enflasyonun asıl oranının darbesi günlük yaşamın her alanında.
Atama bekleyen bir öğretmeni düşünelim; yıllardır bekliyor, önüne gelen işi yapmaya çalışarak direniyor ama bir de bakıyor ki Suriyeli öğretmenler onun yerine atanmış. İşin bir de bu yanı var.
Delikanlı, babasından para istemeye utanırken önerilen otuz yaşından çok evvel evlenme işini nasıl gerçekleştirecek acaba? Daha kendisi ailesine muhtaçken bir de eşi mi çıkacak? Bir ev bu koşullarda nasıl kurulur? İmkânsız. İşin üreme kısmına gelince, hani nüfus artacak falan ya zaten bir çocuktan başkasını yapamaz, o çocuk da nasıl yetiştirilir, nasıl sağlıklı beslenir, nasıl okutulur bunları da düşünemiyor insan. Eğer ailenin katkısı olursa bir derece. Ama çoğu emekli babaların maaşları asgari ücretin altında. Zaten üstünde olsa ne olacak; yapılan zam ortada.
Yani gençlerimiz tam bir çıkmazda. Üniversite okuyanlar okuduğuna pişman. İşsizlikten, üniversitede harcadığı yıllara kahredip “Liseden sonra bir işe girseydim şimdi o alanda yükselirdim bari,” diyen diyene.
E, böyle olunca ‘evlenin’ sözünü duyunca nasıl bozulmasın gençler?
Ben bile bu işi hani ‘fare giremediği deliğe…’ diye başlayan duruma benzettim.
İşsizliğin olduğu kabul edilen ülkede önce işsizliğe çare bulmak, enflasyonu düşürmek gerekmez mi? Her şeye rağmen evlenildi, o evlilikler birer kaosa dönüşmez mi? Sonra boşanmalar, ortada kalan çocuklar.
Tablo budur. Hatta daha fazlası... Her gelen fatura ile cinnet yoluna girenler, katil olanlar, cinayetler… Hepsi birbirine bağlı…
Ne kadar iç karartıcı durumlar değil mi? İşte benim de içim öyle karardı yazımın başındaki delikanlının çaresizliğini izlerken. En çok canımı yakan da konuşmasını alelacele bitirip babasını beklemeden uzaklaşırken gözyaşlarını silmek üzere ellerini gözlerine götürmesi oldu.
Bence bu erken evlenme önerileri, gelir düzeyi yüksek belli bir kesime yönelik. Yoksa garibim gençlerimiz için evlilik, değil erken evlenmek, evlenmeyi ancak mutlu sonla biten masallardaki gibi hayal etmekten öteye gidemez.
Ceyda Sevgi Ünal