Yine bir Dünya Çocuk Hakları Günü geldi geçti. Bu özel güne adanan 1990 yılında yürürlüğe girmiş Dünya Çocuk Hakları Sözleşmesi var. Bunları duyunca şöyle bir kıpırdadı belki de yüreğimiz ama o kadar. Sonra gözümüzün önünden gitmeyen sahile vurmuş Aylan bebeğin fotoğrafının ardına saklandı bir dahaki yıla dek. Yanına neleri mi aldı?
Küçük yaşta çalıştırılan çocukları. Buna trafik ışıklarında mendil satmaya zorlanan, annesinin veya kendisini uyuşturan dilenci çetesinin ona yakıştırdığı annesinin kucağındaki çocuklar dahil. Bir gün Bakırköy Meydan’ının bir köşesinde tanık olduğum sahnedeki gibi önüne aldığı iki çocuğa dilenirken nasıl ağlayıp sızlayacakları dersi veren adam sözleşmenin hangi sayfasını ezip geçiyordu?
Ya Yezidi kadına iki çocuğundan birini tercih etmesini, ötekini göç yolunda terk etmesine zorlayanları unuttu mu? Hayır, onları da sakladı ardına o sözleşme.
Babası, hatta dedesi yaşındaki erkeklerle kumalık dahil yollarla evlendirilen kızlar, gerdek gecesi o sözleşmenin hangi paragrafına sığınmak istedi kim bilir?
Annesi ile cezaevi koşullarında yaşayan çocukların hakkını korumak için demir parmaklıkların ardına geçebilme gücü yok mu sözleşmenin?
Artık sokakta oynaması güvenli görülmeyen çocuk, bilgisayarına mahkum edilmesine önceleri isyan ederken şimdi bağımlısı olmuşsa, kafasını bir dakika bile olsun kaldıramıyorsa sözleşmenin hangi beden ve ruh sağlığı maddelerinin kendisinden habersiz olduğunun farkında mı?
Ya on üç, on beş yaşında ekonominin sorunlarıyla yoğrulan, Dolar, Euro kaç olmuş ne varsa bilen, babasının maaşından kendine yansıyan yoksunlukları avaz avaz dile getiren evlatların şimdiden ülkeyi terk etme sevdalarının gizli gizli o sözleşmenin altına açmaya çalıştığı tünel karanlığın kaç tonunu taşıyor?
Tecavüzcüsüyle evlendirilen kızlar, bizim de hakkımız var diye bağırmak istese de sesi, çekilen halaylar arasında yok olurken bilen olsa bile başlarım sözleşmesinden diyerek sırtını umursamaz duvarlara yaslamasına ne demeli?
Sadece bizim ülkemizde değil tabii ki çocuk haklarının göz ardı edilmesi. İsviçre’de 1974 yılına kadar papazların önderliğinde ailelerden toplanan çocuklar çiftliklerde, tarlalarda çalıştırılmak üzere çocuk pazarlarında satışa çıkarılıyormuş. Bunu duyduğumda ağzım açık kalmıştı. Çünkü Almanya’ya ilk gittiğimizde orada yaşayan arkadaşlar “Aman dışarıda çocuklarınıza sert davranmayın, ola ki tokat falan atmayın, elinizden alır devlet,” demişti. Hoş Nazi zulmünde öyle veya böyle perişan olmuş çocukları tarih unutturmuyor ya.
Ülkemize dönersek, daha ufacıkken gelecek korkusu ile sarmalanan çocuklarımıza biliyorum anlamsız gelecek ama Hakkı, Hakiye gibi isimler mi versek bol bol demek geliyor içimden. Belki her seslenişimizde çocuklarımızın hakları aklımıza, insafı yüreğimize düşer.
Ceyda Sevgi Ünal