Anamız ikimiz aynı anda fırlatmıştı bu dağ başındaki topraklara... Aslında sadece ikimizi değil, onlarca kardeştik biz... Bazılarımız başka yönlere gitti... Bazılarımız ise hiç tutunamadı toprağa... Yanlış anlamayın Anamız kötü bir Ana olduğundan fırlatmadı bizi dağa taşa... Aksine o bize hayat verdi bu hareketiyle... Büyük yangın Onun saçlarını kavururken, O çocuklarını can havliyle en uzağa atma telaşındaydı...
Kardeşim ve ben on metre arayla, aynı hizada toprağa düştük... Fakat kardeşim benden daha şanslıydı... Güneşin doğduğu taraftaydı... Olsundu... Hızla yerleştik toprağa... Kök saldık... Mutluyduk biz...
Çocukluğumuz şen şakrak geçti bizim... Rüzgarlarla oynadık... Gelişen dallarımıza konan kuşların şarkılarına eşlik ettik... Kelebeklerle sohbet ettik... Genç dallarımız hızla gökyüzüne uzanmaya başladı... Fakat Güneşi hep kardeşim önce görüyordu... Olsun yalnız değildim, yalnız değildik...
Bir gün derinlerdeki köküme bir kök dokundu... Bu kardeşimin koluydu... Can havliyle kendine bir yer arıyordu... Tutunmak için derinlere gitmeliydi... Büyümek için, toprağa suya kavuşmalıydı...
Sonra o kol olanları anlattı bana: Meğer düştüğü yerin tam altında koca bir kaya varmış... Küçükken kayanın üstündeki toprak Ona yetiyormuş... Ancak geliştikçe o toprak yetmez olmuş... Kayanın öteki tarafından derin toprağa ulaşmış... Benim tarafımdan da ulaşırsa hem iyi beslenecek hem dengede kalabilecekmiş...
Benim tarafımda yer vardı aslında... İkimize de yeterdi... Fakat o fırlatmada Güneş tarafına düşmüştü ve ben kabullenmiştim... Oda şimdi bu durumu kabullenmeliydi...
Zayıf köklerinin yolunu kesmek zor olmadı...
Sonra bana bakan yüzü cılız kaldı... Rengi soldu... Zamanla kurumaya başladı...
Tamam öteki yüzü güçlü... Şen şakrak... Yaşama sıkı sıkı tutunmuş... Ve artık hep güneşe baktığı için mutlu...
Oysa güneşin doğmasıyla, benim gözüme ilk görünen Onun bu sakat hali...
İlk aklıma gelense yüzlerce yıl başka yaşantımın olmayacağı...
Kalemine yüreğine sağlık