Bu ay okuma kümemizde Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabını okuduk.(1) Kitabı bitirdikten sonra şu sözler kafamda dolandı durdu:
“ .... büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta-yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. .... Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim.” (2)
Savunmasız ve korumasız çocuklar... Düşünüyorum sonra... Bu toplumda kendin olmak bu kadar zor mu diye? Elbette koşullar önemli. Ancak bizler de her şeyi çok kolay yaşamın akışına bırakmıyor muyuz?
Kitapta Holden Caulfield'in derslerinde başarısız olması dolayısıyla okuldan atılması, yaşadığı serüvenler ve eve dönüşü kendi ağzından anlatılır. Başkarakterimiz ergenlik çağındadır. Kuşkusuz ergenlik çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemidir. Bedenimizde kimi değişikler olurken ruhsal çalkantılar yaşarız. Tıpkı Caulfield gibi. Kitap kahramanımız da bu dönemde kimi kez çocuk gibi kimi kez ise bir yetişkin gibi davranır. Bu durumu şöyle anlatır: “ .... bazen on üç yaşındaymışım gibi davrandığım da oluyor. Çok gülünç bu, aslında. Çünkü boyum bir seksen dokuz ve saçımda aklar var. .... yine de ben hâlâ on iki yaşındaymış gibi davranmaktan hoşlanıyorum.”(3) Hatta Central Park'ın güneyinde kışın donan gölde, ördeklerin nereye gittiklerini çocuksu bir duyguyla merak eder, durur. Öte yandan gittiği bir otelin lobisinde kendisine viski vermeyen garsona yalan söyleyerek:” yirmi bir yaşından küçük mü görünüyor muyum, “(4) diyerek tepki gösterir. Vehayut bir arkadaşının annesini kokteyl içmeye davet eder. Arkadaşının annesi yaşınız uygun değil deyince şöyle yanıt verir: “ .... boyum yüzünden genellikle bir şey demiyorlar.” (5) Bu kimlik karmaşası içinde kimi kez kendisinden büyük kadınları cinsel açıdan çekici bulur kimi kez yaşıtlarını beğenir, ancak onlarla da nasıl iletişim kuracağını bilemez. Jane'den hoşlanır, Stradlater'den kıskanır, ancak iletişime geçmekte kararsızlık yaşar. Hiç hoşlanmadığı halde Sally'e aşık olduğunu ve evlenmek istediğini düşünür. Hatta bunu ona söyler. Ancak yalan olduğunu bilir, “ ... söylerken kendimi öyle hissediyordum. Ben deliyim, yemin ederim ben deliyim”, der. (6)
Sürekli gel-gitler yaşayan karakterimiz, henüz bir kadınla birlikte olmamıştır. En sonunda bir otel odasına “fahişe” çağırır, onun kendisinden büyük, deneyimli olacağını düşünür. Bu arada “ fahişeyi” beklerken çok kaygılı ve sinirlidir. Ancak odasına genç bir kadın gelince utanır, çekinir, seks yapmak istemez, onu reddeder. Sonra da “fahişeyi” ona pazarlayan kişice soyulur.
Salinger, bu romanda bir ergenin karşı cinsle olan ilişkilerini, beklentilerini, ilk cinsel deneyim aşamasındaki çatışkılarını anlatmaz yalnızca. Büyümek sancılıdır. Daha önce başka okullardan atılan Caulfield, yatılı okuldaki arkadaşlarıyla, ailesiyle, çevresiyle, sistemle de çatışır. Derslerine çalışmaz. Çünkü okuldan nefret eder. Şöyle der: “ .... Tek yapacağın derslerine çalışmak, böylece, bir gün kendine lanet bir Cadillac alacak parayı kazanmasını öğreneceksin, okulun futbol takımı kaybederse çok üzüleceğini herkesi inandıracaksın, sabahtan akşama kadar kızlardan, içkiden ve seksten başka bir şey konuşmayacaksın. O küçük kliklerde herkes birbirine nasıl da tutuyor. Basketbol takımındakiler birbirini tutuyor, Katolikler birbirini tutuyor. Ayın Kitabı Kulübüne üye olan herifler bile birbirini tutuyor. “ (7)
Kuşkusuz hepimiz bir kültür içine doğuyor, o kültürün bizlere dayattığı toplumsal kalıplara uymak zorunda kalıyoruz. Hepimiz sosyal bir sınıftan geliyoruz. Caulfield varlıklı bir aileden gelmektedir. Dolayısıyla ailesinin normlarına uymalı, eğitim almalı, toplumsal anlamda bir prestij kazanmalıdır. Her toplum kendi inanç sistemini üretir. Peki bu inanç sistemi insanın varoluşuna tatmin edici yanıtlar vermekte midir? İşte Caulfield tam da buna başkaldırır. Şöyle der: “ Hayır, dedim, ben üniversiteye gittikten sonra filan gidilecek pek çok şahane yerler olmayacak. Kulağını aç da dinle. O zaman aşağıya elimizde bavullar filan, asansörle ineceğiz. Herkese telefon edip hoşça kalın diyeceğiz ve otellerden kart filan atacağız. Ben bir büroda çalışacağım, bir sürü para kazanacağım, işe taksilerle veya Madison Caddesi otobüsleri ile gideceğim, gazete okuyacağım, durmadan briç oynayacağım, sinemalara gidip bir sürü kısa film ve haber şeridi seyredeceğim.” (8)
Başkarekterimizin bu tekdüze yaşama itirazı olduğu gibi yaşadığı toplumsal yapıya da eleştirel gözle bakar. Çoğu kişinin sofistike ve ikiyüzlü davranışsal kalıpları olduğu gibi genelin özel çıkarlarına göre hareket etmesi, bencil olması, statü, mal mülk peşinde koşması onun gerçekliği değildir. Sistemin zorlayıcı gücü, ergenliğin verdiği kararsızlık ve dengesizlikle birleşince Caulfield iyice yalnızlaşır toplumda.
Salinger bu aşamada saflığı, güzelliği, temizliği, iyi yürekliliği çocuklara yükler. Caulfield lösemiden ölen kardeşi Allie ve Phoebe'yi çok sever. Kapitalizmin getirdiği yabancılaşmayı ruhunun derinliklerinde duyan karakterimiz çocuklarla o yabancılaşmayı kırar. Umut gelecek kuşaklardadır.
Holden Caulfield için tipik bir karakterdir diyebiliriz. O da toplumdaki diğer ergenler gibi kişilik çatışması yaşar. Söz dinlememe, büyüklerde hata bulma, onları iğneleme eğilimdedir. Gelişmekte olan bedenine ayak uyduramaz. Öte yandan değer verilmek, toplum içinde onaylanmak ister. Belki de bu kitabın bu kadar popüler olmasının bir nedeni, gençlerin bu yapıtta kendilerinden bir şeyler bulmalarıdır. İkincisi ise kitapta tam bir modernizm eleştirisi var. Öğüt verilmesinden hoşlanmayan, sahte ve yapmacık olmaktan nefret eden, doğal yaşamı ve samimiyeti özleyen Caulfield; modern çağda insanın makineleşmesine tepkilidir. Kendisi o makinenin bir dişlisi olmak istemez. İçinde yaşadığı topluma ayak uyduramaz. Böyle birisi toplumdan dışlanmaya mahkum değil midir? Ya “asosyal” olacak ya da bir psikiyatri kliniğinde mi soluğu alacaktır?
Roman birinci tekille yazılmış olup dili yalın ve akıcıdır. Kitapta kimi kez argo sözcükler olsa da bu o kadar rahatsız edici değildir.
Romanda kullanılan nesnelerin işlevine gelecek olursak: Bir garda iki rahibeyle karşılaşan Caulfield'in gözleri, onların elindeki ucuz bavullara takılır. Nerde ucuz bir bavul görse tepesi atar. Yatılı okulda okurken, oda arkadaşının yoksulluğu kullandığı bavullardan anlaşılır. Bu yüzden Caulfield; arkadaşı aşağılık kompleksi duymasın diye bavullarını yatağının altına koyar. Ancak arkadaşı bavullarını çıkarır, yukarıdaki raflara yerleştirir. Bunun yapmasının nedeni, diğer öğrencilerin o bavulları kendisinin sanmalarını istemesidir. Bu olayda yazar, bavul üzerinden iki öğrenci arasındaki sınıf farkı ile Caulfield'in duyarlı ve iyi kalpli olmasını gösterir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde başkarakterimiz kardeşine bir plak alır. Bu plak ile başkarakterimizin kardeşine olan sevgisi işaret edilir. Plak kırılsa da iki kardeşin arasındaki bağ kırılamayacak kadar güçlüdür.
Caulfield plak almaya gittiği gün, sokakta bir ailenin şarkı söyleyen çocuğuna gözü ilişir. Çocuk: “ Yakalarsa birini biri, çavdarlar arasında” şarkısını söylemektedir. Bu şarkı/şiir, romanın ilerleyen bölümünde yine karşımıza çıkar, romana adını verir.
Aslında kitap hakkında daha çok yazılacak şey var. Ancak ben yazımı burada sonlandırıyor, kitabı kapatıyorum.
Şimdi çavdar tarlasında oyun oynayan milyonlarca çocuk gözlerimin önüne geliyor... Ama uçurumların olmadığı sınırsız, sonsuz bir bozkırın ortasında... Zamanın ötesinde değil, şu anda... Sahicilikle, dürüstlükle kendi olmayı başarabilen, tüm toplumsal dayatmalara “hayır” diyen, bu düzenin veremediği şeyleri arayıp bulan, hissetmesini bilenlerin sesleri kulaklarımda...
Masumiyet sırça köşklerde mi? Hiç sanmam... Bu dünyada tüm pisliklerden uzak kalabilmek de pırıl pırıl olmak değil mi?
Dipnotlar:
1) J.D. Salinger, Çavdar Tarlasında Çocuklar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Mart 2018
2) a.g.e. 162
3)a.g.e. 14
4)a.g.e. 70
5) a.g.e. 59
6) a.g.e. 120
7) a.g.e. 125
8) a.g.e. 127