Geçen yıl soğan-patates için makale yazmıştım ama aklıma hiç pırasa için yazacağım gelmemişti. Üstelik herkes sevmez bu sebzeyi. O yüzden de hani “Allah’ın pırasası!” diyeceğim geliyor ama dokuz lira mübarek… Soğangillerden olduğundan mı nedir; özendi herhalde soğana. O da yedi lira geçmiş durumda. Siz bana beş liraya sebze görürseniz söyleyin olur mu? Kışın yemediğim patlıcan, kabak, domates, biberden bahsetmiyorum hiç. Onların yanına yaklaşmak imkânsız zaten. Taze soğanın da kilosu yirmi iki lira olmuş biliyor musunuz? Yeteri kadar püsküllü bela varken üzerimizde bir de bu püsküllülerin fiyatlarıyla uğraşıyoruz. Pazarda ucuzmuş… Değil; gidin dolaşıp durun. Bulana madalya… Hatta marketler pazarın kurulduğu gün indirim yaptıklarından marketlerde daha ucuz olabiliyor ki bunu yaşadım. Ucuz alırım diye ta bilmem neredeki pazara gidip evimin ötesindeki markette aynı sebzeyi düşük fiyata görmek bayağı bir sinir ediciydi. Ama sakın cumartesi, pazar günü marketlerin yanına uğramayın. İnsanı resmen aptal yerine koyuyorlar. Sorunu çözmek marketlere yönelik gibi görünse de asıl çözüm, sebze, meyve fiyatlarının gerçekten alınabilecek düzeye indirilmesidir. Bunun için de en başa dönmek, tarım politikalarını tekrar ele almak, üreticiyi bilinçlendirmek, yaptığı işten soğutmamak, aracılara meydanı boş bırakmamak, ihraç ettiklerimizi ithal eder durumdan kurtulmamız gerekiyor.
Aslında bu sebzeler madalya hak ediyor. Türkiye tarım tarihinde rekor kırdılar. Hem geçen yıla, hem de önceki yıllara göre. Bu arada asgari ücrete, emekli maaşlarına zam yapılmıştı değil mi? Ne fark etti? Bir tencereye yemek kaça çıkıyor? Hele ki çocuklu bir aileyseniz yandınız. Et ve meyve lüks sınıfa giriyor. Almak kimin haddine? Tavuklar tavuk değilken onların da fiyatı almış başını gidiyor.
Bu yaşadıklarımız yetmezmiş gibi doğa da, kendisine yapılanın intikamını alıp duruyor. Hem insanların canına kastediyor hem de tarımı kökten vuruyor. Ormanların yok edilmesi, yanlış kentleşme, alt yapı sorunları, kentleşmede ağaçların göz ardı edilmesi, köylerin birleştirilip mahalle kapsamına alınmasıyla hayvancılığın ve tarımın yara alması gibi nedenler belli başlıları… Toprağı ağaç tutar, bitki tutar, beton değil… Ormanların yerine dikilen, yabancılara satılacak diye bizim kültürümüze uymayan acayip görünüşlü binalar silsilesini gördüğümde beynimden vuruldum diyebilirim. Şehirlere alelacele kondurulan iki üç ağaçlı sonradan yapıldım diye bağıran parkların bu durumdaki önemini anlamak mümkün değil.
Poşet kullanımının kaldırılması ne iyi bir çözüm oldu. Poşet de yok; dolduramadım ya da yüz lira harcadım dibinde kaldı diye üzülmek de yok.
İşsizliğin başını alıp gittiği bir devirde tarımın böylesine dibe vurması tarımla uğraşanların küsmesine, geçici işler için başvuranların sayısında rekor kırılmasına neden oluyor.
İki gün sonra enflasyon oranının hangi kırk yılda bir kullanılan veya hiç kullanılmayan bir eşya üzerinden açıklanacağını merakla bekliyoruz. Arada gülmeye de gereksinimiz var tabii ki.
Bizi güldürenler tek tek bu dünyadan göçerlerken ya da ağızlarını açmak için artık düşünürlerken böyle durumlardan başka kaynak kalmıyor; ne yapalım…
Allah’tan mizah duygumuzu kaybetmedik. Bu ülkede kaybetmek ne mümkün zaten. Sosyal medyada gördüm; bir pırasanın püsküllerini saç gibi iki yanından bağlayıp kaş, göz, dudak yapıp güzel bir kız haline getirmişler. Görünce aldı mı beni bir gülme. Gülerken gülerken konunun kaynağı olan fiyatını anımsayınca donuverdi dudağımda kahkaham.
Küçükken çok sevdiğim Arnavut bir arkadaşım vardı. Annesi bol bol pırasa çeşitleri pişirirdi. Tadı hâlâ damağımdadır. Anılara dönerek “Ah more pırasa!” demek geldi şimdi içimden. Her biriniz birer sopa olsanız da toprağı, tarımı, meyvenin, sebzenin tüketiciye aktarılmasını bu hale getirenlerin sırtlarında gezinseniz şöyle bir.
Ceyda Sevgi Ünal