Bu yazı; geçtiğimiz haftalarda, 19 yaşındayken intihar eden Enes Kara’nın intiharına karşı duyulan utancın yazısıdır. Ülkemizde, dünyada yaşanan her intihar, birbirimizi fark etmemenin sonucudur. Kendimizi, sütten çıkmış ak kaşık görme yanılgısına düşmeyelim. Aynada gördüğümüz kendimiz miyiz?
Var olabilmek için nelere yaslanıyoruz? Kendimize, çevremizdekilere yalanlar söylemeye mi? Yalanlar söylerken hem kendimizi hem karşımızdakini yok saymıyor muyuz? Her yalanda birbirimizden daha da uzaklaşıyoruz. Ruhlarımız, kimsesizlikle ağulanıyor. Her yalanda, Enes Kara’nın gözlerindeki uçuruma doğru yaklaşıyoruz. Kendimizi yalanlarla uyuştururken, karşımızdakinin yaşama sevincinden pirana balığı gibi parçalar koparıyoruz. İnsan insanla var olacakken, çevremiz pirana balıklarıyla dolu.
Enes Kara’nın intiharı üstüne çok konuşuldu, yazıldı. Kimi “kader” dedi, kimi “tarikatlar, ailesi, devlet öldürdü” dedi. Enes Kara’nın intiharına “kader” diyen, dinin kutsallığı ardına saklanan din bezirgânlarını susturacak akıllı insanlar bu ülkede üremedi. Alanı boş bulan, iler tutar yeri olmasa da ahkâm kesiyor. Aklı baskı altına alan tarikatlar, kendilerini otorite kabul ettirerek baskıyı palazlandırmak kötülüğüne yol açıyorlar. Aklımızı kullanma cesaretini yitirdikçe ahtapot gibi toplumu sarıp sarmalıyorlar. Ailesinin yaptığı basın açıklamaları, bu baskıların sonucu olduğunu akla getirmektedir.
Akıl özgür olmadıkça dünyada yaşanan intiharlar, kötülükler bitmeyecek. Laikliği dinsizlik! diye suçlayanlar, din bezirgânlarıdırlar. Laiklik, hiç kimsenin dinini yaşamasına engel değildir. Ancak tüm insanlara özgürlüğünü sağlayabilecek, kimsenin aklından kendini öldürmenin geçmeyeceği bir düzen savunulabilir.
Bireyin can güvenliğini sağlayan mekanizma devlettir. Aklını kullanma cesareti yok edilmiş milyonların, ülkesi için “hiçbir çıkar gütmeden çalışacak yöneticiler” seçmesi mümkün değildir. Bu yetkinliğe erişmiş yurttaşların çoğalması uzun bir zamanı gerektirmektedir. Bu zamanın bugünden başlatılması zorunluluğu vardır. Azınlıkların mutlu olması için çoğunlukların acı çekmesi akıl dışıdır.
Ömer Seyfettin, 1917’de, Yeni Mecmua’da yayınlanan “Hürriyet Gecesi” öyküsünde yazarlar için şöyle der:
“Öyleyse sen bir hançersin! Kendi kendini kullanan, sapı namlusunun elinde bir hançer… İnsanlara istersen en büyük hizmeti görür, onlara erdemi, sevmeyi, gerçeği öğretirsin. İstersen onların erdemlerini öldürür, sessizliklerini bozar, hepsini boğaz boğaza getirir, hayatlarını, mutluluklarını, zevklerinin lezzetlerini kaybettirirsin! Ruhun anahtarı senin elindedir”
Bir toplumda, cehaletin yok olmasında yazarların etkisi çok büyüktür. Günümüzde, hançerini, ülkenin iyiliği için kullanan yazarlar olduğu gibi ülkeye kötülük etmeye hizmet eden yazarlar da var. Onların kalemi birbirimizi boğazlamayı, intiharları körüklemek için çalışıyor. Ömer Seyfettin’in “Hürriyet Gecesi” öyküsünü kendime kılavuz edinirim. Peki nasıl oluyor da 1917’de yayınlanan bu öykü bugüne değin anlaşılmadı? Bunun yanıtını da bir başka yazar da buluyorum. Susam ve Zambaklar kitabında, İngiliz eleştirmen, yazar John Ruskin şöyle diyor:
İngiltere Müzesi’ndeki tüm kitapları okuyup tam bir kara cahil kalabilirsiniz. Ancak iyi bir fikir kitabından harfi harfine anlayarak on kelime okuduğunuz zaman eğitimli bir insan olarak görüleceksiniz. Eğitimli ve eğitimsiz insan arasındaki fark buna bağlıdır. Eğitimi iyi bir adam, fazla sayıda dil bilmeyebilir. Kendi dili dışında başka bir dil konuşmayabilir; az kitap okumuş da olabilir. Ancak hangi dili bilirse onu tam bilir, hangi sözcüğü telaffuz ederse onu tam çıkarır. Her şeyden öte, sözcüklerin özüne inmeyi öğrenmiştir”
Dönüp dönüp okuduğum satırlardır. Birçok öğretmenden, öğrencisine, din hocasından tarikatlara değin kitaplar ezberleniyor bizde. Ezberleyerek bilgisizliği yayıyor, aklı yok ediyoruz. İnsan ancak zihniyle okuma yaparsa okuduklarını anlayabilir.
Enes Kara, aklın ışığının karartıldığı bir ülkenin ve dünyanın sonucudur. Kendini Allah! yerine koyanların bilgiçliklerinin geçersizliğini akıl saptayabilir. O nedenle aklı yok etmenin peşindeler sermaye, din bezirgânları.
Gerçekçi olalım. Kısa zamanda mutlu bir dünya yaratamayacağız. Bununla birlikte kısa zamanda yapabileceklerimiz var:
Dininden, mezhebinden, etniğinden, cinsiyetinden, renginden, engelinden, yoksulluğundan, alın teriyle kazandığı işinden… ötürü hiç kimseyi hor görmeyelim.
Düşlerini küçümsemeyelim hiç kimsenin. “Yapamazsın!” diyerek setler koymayalım birbirimizin önüne. “Yaparsın!” demek öylesine değerlidir ki. Kendini kaf dağında görme kibrini her geçen gün kazıyalım ruhumuzdan. Açık açık, birdenbire yollamıyoruz birbirimizi Enes Kara’nın gözlerindeki uçuruma. Mimiklerimizle, yalanlarımızla, kaçışlarımızla, suskunluklarımızla saniye saniye yolluyoruz.
İnsan ancak insanla var olabilir. Ben ve sen, birleştikçe “biz” olacağız.
İyiliklere nankörlükle değil bir teşekkürle,
Başarılara susarak değil bir kutlamayla,
Hep almaya çalışmak değil biraz da vericilikle karşılık vermek hiç zor değil.
Birbirimizi fark ederek var olmak, sanat gibi dünyayı güzelleştirmenin en insanca yoludur.
Fark et yanındakileri!
Ne Enes Kara(lar) olsun dünyada,
Ne de Enes Kara olalım!
Yaşamanın anahtarı bizim! elimizdedir.