Ben, artık her Kadınlar Günü’nde, şu yılda, şu kadar kadın öldürüldü ülkemde diye yazmaktan usandığım için bu yazımı sayı vermeden kaleme alıyorum.
Malum, bizim ülkemizde olaylar, kayıplar, sayılar üzerinden konuşulur. Öyle bir, iki kişi pek önemsenmez. Her gün bir kadının öldürülmesi, dayak yemesi, tecavüze uğraması göze batmaz. Sonra yıl sonunda bakla ağızdan çıkarılır. Şu kadar kadın… Her yıl artar durur. Çünkü caydırıcı cezalar yoktur ülkemizde. Onun için de malı gibi gördüğü kadını tepe tepe kullanan, işine gelmeyince namus gibi bir kavramın ardından o koskoca erkekliklerini(!) hortlatan erkek müsveddeleri cirit atıp dururlar. Yapmadıkları ne hamile kadına dayak kalır, ne boşanmak isteyen kadını ailesiyle birlikte katletmek, ne de kendilerine hak görüp istedikleri kadına tecavüz etmek.
Çiçek, böcek göz boyamalarıyla geçiştirilen Kadınlar Günü, özellikle reklamlar yoluyla her yıl biraz daha fazla hediye moduna pompalanarak amacından saptırılıyor.
Geldiğimiz durumun mimarları, ne kadar ataerkil toplumda bulunsak da kadınlar aslında. Kendilerini küçülten kadınlar. Değerini erkek gözüyle tartan kadınlar. Geçmişten gelen çaresizliğin kucağından bir türlü kurtulamayan kadınlar. Üzerlerindeki gelenek ve çevre baskısı yetmezmiş gibi pembe otobüslerle kadını toplumdan soyutlamak isteyen zihniyetlerin türemesini destekleyen kadınlar. Neredeyse kadını sokakta görmek istemeyenlerin ekmeğine yağ süren, “ Erkek bir adım öndedir.” diyebilen kadınlar. Ve onların yetiştirdiği çocuklar…
Erkeğin, kadından fiziksel olarak güçlü olmasını, kadının her alanda güçsüzlüğüne indirgeyenlerin maşası olan kadınlar, erkekleri birer sığınak kabul ededursunlar, bu tutumlarıyla tüm kadınlar aynı baş eğmeye mecburmuş gibi bir hava oluşturuluyor. Karşı çıkan kadına hemen bir damga vuruluyor. Ya da ola ki kadın işlerine gelen bir şey yapmış olsun; güya övgü olacak, “ Erkek gibi kadın” deniyor en aşağılayıcı şekliyle. Yani kadın “sadece insan” olarak kabul edilemiyor bir türlü. Bir erkeğe, “Karı gibi konuşma!” denirken yapılmak istenen küçümseme o erkeğe mi yoksa kadınlara mıdır bir düşünülse. Zaten atasözlerimiz, deyimlerimiz de bu konuda desteklerini(!) her zaman göstermişlerdir.
“Kadın” denince o kadar çok sorun var ki ülkemizde. Ve bu kadar sorunun ortasında Dünya Kadınlar Günü’nün nasıl doğduğunu, amacının ne olduğunu bilinçli olarak yadsıyan kapitalizm şakşakçıları, fırsat bu fırsat deyip kadını, onun emekçi sesini duyurma günü olan 8 Mart’ta 8 taksite bölünmüş ya da % bilmem kaç indirimli hediyelerle allayıp pullarlar. Zaten iki ay sonra Anneler Günü. Yine başlanacak; “Kadın çiçektir. Cennet anaların ayağı altındadır. Kadına kalkan eller kırılsın.” sözleri havalara uçuşmaya.
Uygulamaya gelince ortada hiçbir şey yok tabii. O günde kalır her şey. Yine sokakta istediğini giyerken çekinir duruma getirilir kadın. Yine her gün bir erkeğin şiddetine uğrar. Yine minicik kızlar, koskoca adamlarla evlendirilir hatta tecavüzcüsüyle evlenmeye mecbur edilir. Bedeni artık onun bedeni değildir. Üzerinde en ufak söz sahibi olamaz. Böylece çocukluğunu yaşamadan çocuk makinesi haline getirilir. Okula bile gönderilmediği için -ki gönderilse bile ne olacağını en son kız yurdu yangınında gördük-tutunacak bir dalı yoktur. Ola ki bir yanlış(!) yaptı. Aile kararıyla yaşamına son verilir. Ve biz durmadan bunları gazetelerin üçüncü sayfalarından hayret ederek okurken birileri “Hak etmiş,” der durur. Gerek tecavüzcüler, gerek kadın katilleri iyi hal falan derken toplumun içine kadınlar için potansiyel şiddet makinesi olarak tekrar salınıverilirler.
Bu kadar karanlık bir tablonun karşısında yine de ben bilirim ki; bizim kadınımızda İstiklal Savaşı Kadını ruhu vardır. Mücadeleden hiçbir şekilde vazgeçmez. Vazgeçen, boyun eğen hemcinslerini ise hiç olmazsa yazarak uyandırmak ister.
Ceyda Sevgi Ünal