Geçen gün, kütüphaneyi düzeltirken yarım bıraktığım bir kitap gözüme ilişti... Neden yarım bıraktığımı bir türlü anımsayamadım! Oturdum, yeni baştan okudum... Yazar, Freudçu psikanalizin Marx ve Engels'in diyalektik materyalizmiyle uyuşup uyuşmadığı irdeliyordu. *
Günümüzde Freud'un kimi görüşleri kabul görmese de, bunlar, kişiliğin altında yatan nedenleri göstermesi açısından önemli geliyor bana... Şöyle ki: Freud'un kişilik kuramında bilinç, bilinçaltı, bilinçdışı olmak üzere üç alan vardır. Bilinci, bir buz dağının görünen yüzüne benzetir Freud. Görünmeyen, altta kalan ise, buz dağının altıdır. Bunu da, bilinçaltı/dışı diye adlandırır.
Kişilik temel olarak bilinçdışı öğelerle oluşur. Bunlar ise cinsel güdülerimizdir. Psikanalitik yaklaşımına göre, kişiliğimiz İD(altbenlik), EGO(benlik), SÜPEREGO(üstbenlik) olmak üzere üç bölümden oluşur.
İD doğuştan gelen arzu ve isteklerimizin kaynağıdır. Cinsel ve saldırganlık içgüdülerinin deposudur. Hiçbir kural, yasa tanımaz. Yalnızca haz ilkesine göre hareket etmek ister. İD'in önemli bir bölümü bilince açık değildir. Çünkü baskı altındadır. Bu nedenle de, bir gerilim hattı gibidir. Türlü türlü eğilimler bir arada bulunabilir.
İD tüm talepkarlığıyla EGO'yu (benliği) zorlar. Benlik, bireyin düşünme ve akıl mekanizmasını oluşturur. Kişinin davranışlarını gerçeklik ilkesine göre düzenler. İD'den gelen istekleri dengelemeye çalışır. SÜPEREGO ise, aile, çevre, ya da toplum tarafından oluşturulan geleneksel değerlerin ve yargıların oluştuğu bölümdür. Kişiliğin ahlaksal oluşumudur. Tüm bunları yeniden anımsayınca, PLATON'un Devlet kitabında sözünü ettiği ruhun bölümleri aklıma geldi.
Platon ruhu, AKIL, İRADE, İŞTİHA olmak üzere üç bölüme ayırır. Bu filozofa göre, ruhun üç bölümü arasında sürekli bir savaş vardır. Bu kargaşalığı düzenleyememek kötülük doğurur. Bunu organize edecek olan, arzuları dizginleyecek olan akıldır. İnsan irade ve aklına göre yaşıyorsa, bilgelik yolunda ilerliyor demektir. Devlet kitabında sağlıklı olmak yüceltilir. Hastalık, çirkinlik, sakatlık yerin dibine batırılır.
Bana göre, Platon ve Freud'un görüşleri metafiziktir. Ya da özneldir. İster katılırsınız... ister katılmazsınız... Ancak insan eylemlerini salt anlamda cinselliğe ve anatomik bir yapıya indirgeyemezsiniz. Çünkü insan, genetik ve çevresel koşulların bir ürünüdür.
Freud'u okuyunca bu toplumda aseksüel olarak görülen engellilerin ne gibi zorluklarla mücadele ettikleri aklıma düştü. Cinsellik kişiliğimizin önemli bir parçasıyken niçin engellier cinsiyetsiz görülüyor dersiniz?
Çünkü yüzyıllar boyunca ideologlar, düşünürler, sanatçılar, “sağlıklı”, “güzel” olmayı yücelttikçe yüceltti. “Sağlam” olanların sınıflandırmalarına göre, engelliler “işe yaramaz” varlıklar değildi yalnızca. Bir yandan sakatlık insanlık için tehdit olarak görüldü. Diğer yandan ise engellilerin cinselliklerine sınırlandırmalar getirildi. Her ne kadar bu düşünce ta Platon'a kadar gitse de pratik uygulamalar, kapitalizmin yükselmesiyle birlikte arttı. Çünkü kapitalizm her şeyi ama her şeyi metaya çeviriyordu. Artık yalnızca bir üreten bir de tüketen vardı. Tüm bunlar insani değerleri paramparça ederken yabancılaşma toz gibi çevremizi kapladı.
İnsanlar yalnızca çalışabilenler ya da çalışamayanlar olarak ayrılmadı. Toplumsal ve çalışma yaşamına katılamayanların cinsellikleri de bir disiplin içine alındı. Her türlü özgürlüğü savunan sistemin ideologları, cinsellik ütopyalarıyla zihinlerimizi saçmalıklarla doldurdular. “Sağlıklı” bir cinsel birlikteliğin koşulu “normal” bir bedene sahip olmaktı. Böylece engellenenlerin cinselliklerine ambargolar konuldu. Kusursuzluk ya da “ideal” olan kurgularken birilerinin payına acı ya da gözyaşı düşmüşse kimin umurundaydı! Nasılsa toplumun marjınalleştirilenleri ciğeri beş para etmeyen kişilerdi.
Sistemin ideologlarıyla, işi gücü para biriktirme olan kapitalistlerin tutkuları bir yerde birleşiyordu. İşte bu yüzden, neyin arzulanabilir olduğu, neyin olmadığını tüm kitle iletişim araçlarıyla beyinlerimize kazıdılar. Sakatlar partal bedenleriyle çekici olamazdı. Çirkin mi çirkin, bu itici yaratıklar, cinselliklerini yaşamak istesinlerdi hele! Ne hadlerineydi! Eciş büçüş bedenleriyle kur yapamazlardı karşı cinse! Nedenmiş diye sorma kadın! Eros'un şehvetini yalnızca tanrıçaların tanrıçası Afrodit yatıştırırdı! Eğer Hephaistos arzudan geberse de, çığrından çıkmış bir sefildi o! Nasıl göz koyardı güzelliğiyle baş döndüren Afrodit'e? Bu gudubet kusurlular aşkın hazzını yaşayamazdı.
Bu tutumlarla “sağlam”lar kendilerine bir değer yüklerken “tam” olmayanları sürekli marjınalleştirdiler. Sonra da onları duvarlar içine hapsettiler...
Reich: “ Nasıl ki, Marsizm sosyolojik olarak, insanın ekonomik yasalar ve çoğunluğun azınlık tarafından sömürülmesi konusunda “bilinçli duruma” gelmesinin dışavurumuydu, psikanaliz de, insanın toplumsal cinsel bastırma konusunda “bilinçli duruma gelmesi”nin ifadesidir,** der. Evet, feodalizmi deviren burjuvazi, “normal”, “anormal” diyerek insanı salt düzgün çalışan bir organizmaya indirgedi. Engellileri “aseksüel” ilan edip sözümona kendi cennetini yaratmak istedi. Kusursuz cinsellik ütopyalarıyla ve kusursuz “ahlak” anlayışıyla kendi iktidarını güçlendirdi. Ancak bunu yaparken de çürümenin kendisini yarattı.
İkiyüzlü bir ahlak anlayışının egemen olduğu bu sistemde cinselliği halen bir tabu kabul ediyor, cinsel sorunları konuşamıyoruz. Cinsiyetsiz kabul edilen engellilerin kapalı kapılar ardında neler yaşadığını bilemiyoruz.
Engellenenler, bu cinsel burjuva ahlakının baskısı altında yaşarlarken ne hissediyorlar? Cinsel bastırmanın baskısına nasıl direniyorlar? İD (ilkel benlik) onları nasıl bir ateş çemberinin içine doğru çekiyor? Şu an bu soruların hepsi yanıtsız kalıyor...
Ve... Ben insan adına iyilik ürettiklerini iddia eden bu iyilik perilerini yine insan adına bağışlamıyorum... Ya siz, sizi normatif olarak bölüp parçalayıp cinsel kimliğinizi yok sayanları affedebilecek misiniz?
Dipnotlar:
* Reich Wilhelm, 1990, Psikanaliz ve Diyalektik Materyalizm, Logos Yayıncılık, İstanbul.
** a.g.e. 64