KUYUCAKLI YUSUF BERAAT ETTİ

Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf romanı;  okurken zorlanılmayan, içerdiği konular yönüyle de sürükleyici bir roman. Sabahattin Ali’yi bütünlüklü değerlendirmek açısından da mutlaka okunması gerekir. Romanı  okuyunca  iyi karakterlere sevgi besleyip, kötü karakterlere öfke duyumsuyorsunuz. Sabahattin Ali, okuru iyi karakterlerden yana olmaya doğru çekiyor anlatımlarıyla. Yine de okurken kimi noktalarda hızlı geçişler,  mantığıma yatmayan yerler olduğunu gördüm.

Yazar, edebiyat eleştirmeni Cengiz Gündoğdu, Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf romanı üstünde yeterince durmamış olduğu düşüncesindedir. Kuyucaklı Yusuf romanının, estetik bir eser olmadığını söyleyen Cengiz Gündoğdu şöyle der: “İdeal iyi Yusuf’un karşısında, ideal kötüler vardır. Kaymakamın karısı Şahinde, Hacı Etem, Şakir, Hilmi, silme kötüdürler. İşleri güçleri ona buna kötülük yapmaktır. Böylece romanda ideal iyi insanla, ideal kötü insanların çatışmasını görürüz. Bu çatışmanın nedeni kaymakamın kızı Muazzez’dir. Kuyucaklı Yusuf’ta Sabahattin Ali, roman dünyası kuramaz. İyi kötü çatışması üstüne bir roman dünyası kurulmaz. Çünkü hayat iyilerle kötülerin çatışması değildir. Hayata, iyilerle kötülerin çatışması diye bakmak çocukça bir bakıştır. Bu açıdan romanın kuruluşu sakattır.”  

Aydın’ın Nazilli kasabasının Kuyucak Köyü’nde büyümüştür Yusuf. On yaşında bile değilken,  eşkıyalar köyü basıp annesiyle babasını,  gözünün önünde öldürmüşlerdir. Nazilli Kaymakamı Selahattin Bey, soruşturma için savcı ile doktoru yanına alıp cinayetin işlendiği eve gelince şaşırıp kalmıştır. Küçük Yusuf, tek başına anasının babasının cesedi yanında beklemektedir.   Selahattin Bey’in sorularına kimsesiz Yusuf şöyle yanıtlar verir:  “Burada ne bekliyorsun?” “Nah, bunları bekliyorum! Fıkaraları nasıl yalnız bırakayım…” “Korkmuyor musun?” “Anamla babam, nesinden korkayım..”   Bir gece boyunca,  öldürülmüş ana babasının yanında tek başına beklemiştir.
Köyü basan eşkıyalar herkesi mi öldürdü? Anadolu kültüründe, bir köyde cenaze varsa herkes o eve toplanır. En azından muhtarın yaşadığını romanda görüyoruz. Küçük bir çocuğun katledilmiş ana babasıyla yalnız bırakılması bizim toplumsal gerçeklerimize pek uygun görünmüyor. Küçük Yusuf , anası daha can vermemişken eşkıyanın biriyle boğuşmuştur, bu esnada baş parmağı kopmuştur. Gelen doktor, oracıkta başparmağı keser. Yusuf bu acıya dişlerini sıkarak dayanır. Edebiyat eleştirmeni Cengiz Gündoğdu’nun sözünü ettiği “insanı idealleştirme” eleştirisi pekte haksız durmuyor.

Kaymakam Selahattin Bey,  kimsesiz  Yusuf’u evlat edinir. Kendisinden on beş yaş küçük karısı Şahinde hanım, eve bir “köylü piçinin” getirilmesinden hiç hoşnut olmaz. Kentin köye ezici bakışı   “köylü piçi” kavramında açıkça ortadadır. Kendi içinde merhametini korumuş, kent tanrılarından uzak durmaya özen gösteren Selahattin Bey;  Yusuf’u, kendi kızı Muazzez’den hiç ayrı tutmaz. Selahattin Bey, her ne kadar Şahinde Hanım’ın dırdırlarıyla baş edemeyip, kendini akşamları içki sofralarında rahatlatsa da , bir evde sözü geçen yine de erkektir.  Yusuf’ta bu yüzden Şahinde Hanım’a aldırış etmez.

Selahattin Bey’in tayininin Edremit’e çıkması, Yusuf’u,  Kuyucak’tan tamamen koparır. Okula ancak okuma öğrenene kadar devam eder. Ivır zıvır bilgiler, bey çocuklarıyla düşüp kalkmak O’nu sarmaz. “Sen neden okumak istemiyorsun?” diye soran Selahattin Bey’e : “ Sen bile okudun bildin de ne oldu sanki? Benim babam bir şeycikler bilmezdi ama evinde sözü senden çok geçerdi”   der. Okulla başlar kente uyumsuzluğu. Sert bakar, duygularını kimseye göstermez. Mahalle çocuklarına da pek karışmaz en başta. Onlar, Yusuf’un hiç bilmediklerini bilmektedirler. Yabanlığı bir gün alay konusu olunca, Karabaşın Mehmet ismindeki çocuğa yumruklarını savurur. Bundan sonra herkes çekinir Yusuf’tan. Şerif Efendi’nin oğlu Ali, Rüştü Efendi’nin oğlu Kazım ile arkadaşlık kurar zaman içinde. İçinde zaman zaman köy arkadaşlıklarının özlemi alevlenir.
Kuyucak’tan ayrılmasının üstünden altı sene geçer. Kendini sık sık kırlara atar. Selahattin Bey’in Cennetayağı denilen yerde tuttuğu bağa gider. Sonra da Selahattin Bey’in aldığı küçük bir zeytinliği çekip çevirir. Kimi mal sahipleri, çalıştırdıkları işçilerin yanlarında getirdikleri emzikli çocuklarına meme bile vermelerine izin vermezken Yusuf, onların yorulduğunu görünce işi bıraktırır. Bu insanları, kendi gibi konuşan insanlar olarak görür. Altı yıldır kendisi gibi konuşana denk gelmemiştir.  Ne yaparsa yapsın alışmaz kentlilere. Yabancıdır, ayrıdır, yalnızdır.  Onların işlerine akıl erdiremez. En yakın arkadaşları bile şaka olsun diye aldatıp, gereksiz yalan söylerler.  Bunlar Yusuf’a anlamsız gelir. Fakir işçilere kötü davranılmasını kabullenmez.

Yusuf’un yaşamla asıl büyük çatışması bir Ramazan Bayramı’nda gerçekleşir. Ali, Muazzez, Yusuf…Birlikte bayramın birinci günü bayram yerine giderler. Yusuf, “başım döner benim” diyerek salıncağa binmez. Ali ile Muazzez binerler.  Bu sırada yan salıncağa Hacı Rifat’ın İhsan ile fabrikatör Hilmi Bey’in oğlu Şakir’in bindikleri görülür. Şakir, ayyaştır, hovardadır…bir insanda olabilecek tüm ahlaki düşüklükler vardır. Salıncakları hareket edince Şakir, yan salıncaktaki on üç yaşına gelmiş, güzelleşmiş Muazzez’e bakar. Bir ara tam yanından geçen Muazzez’e doğru başındaki oyalı yemeniyi  atar.  Güçlüdür Şakir, parası, belinde tabancası, kendisine benzeyenlerden oluşan bir partisi vardır. Parasıyla “satılıkları” satın alır. Jandarma, hükümet bunlara göz yumar.  Ne var ki Yusuf’ta onurludur. Şakir; yemeni tacizinden sonra, Yusuf’un yumruğuyla yere yuvarlanır. Bu yumruğun kini roman boyunca izlenecektir. Romanda yaşamın tüm kaypaklıkları, satın alınmışları, ahlak düşkünleri, kumpasları;  acı  gerçekler olarak karşımıza çıkacaktır.

İlk önce Şakir’e yumruk atan Yusuf’un yanında, Ali dışında kimse görünmemeye başlar. Korkarlar Şakir’den , partisinden. Yusuf’tan yediği yumruğun hıncını Muazzez’i alarak gidermek isteyen Şakir,   ne yapıp eder babasını Muazzez’i almaya ikna eder. Hilmi bey; Selahattin beyi tongaya getirip kumarda üç yüz yirmi altın borçlandırır. Bundan sonra Muazzez istenir.  

Kocası terk ettiği için zor durumda kalıp, hizmetçi olarak Hilmi beylerin evinde çalışmaya başlayan kadın, Kübra’nın annesidir. Şakir, on iki yaşındaki Kübra’ya, evde tacizlerde bulunur. Bağ evine eşya yerleştirmek için gönderilen kıza, baba ile oğlan tecavüz ederler. Şakir’in yakın arkadaşı Hacı Etem’de bu tecavüze bahçede bekleyerek ortak olur. Tecavüz suçunu Yusuf’un üstüne atmak için, anne ile kızı Yusuf’un zeytinliğinde çalışmaya gönderirler. Yusuf’un iyilikleri karşısında, Yusuf’a oynadıkları oyuna devam edemeyen Kübra, her şeyi sonunda Selahattin beye anlatır. Selahattin bey, üç yüz yirmi lira borç yüzünden Muazzez’i Şakir’e vermek zorunda kalacağını düşünerek, önce söylemediği  borcunu Yusuf’a anlatır. Yusuf, arkadaşı Ali’den bu parayı bulup Hilmi beylerden senedi geri alır. Ali de Muazzez’i istemektedir. Kızı Şakir’e vermektense Ali’ye vermek daha iyidir. Kimse, Muazzez’e “kimi istediğini” sormaz. Oysa Muazzez, ağabey dediği Yusuf’a gönlünü kaptırmıştır. Muazzez’in, Ali ile sözlendiği duyulur. Bir düğünde, tabancalar havaya ateş edilirken sarhoş Şakir, Ali’yi vurur. Jandarmalar, Şakir ile tanık yazdıkları birkaç kişiyi karakola götürürler. Hacı Etem, tanıkların ifadeleri alınmadan karakola varır. Cemal Çavuş’un önüne iki altın kesesi atar. Masasında duran, Ali’nin vurulduğu tabancayı başka bir tabancayla değiştirir. Tanıklar, dışarıda tehdit edilirler.  Şakir, serbest bırakılır. Ağır Ceza Hakimi bile bilmektedir Ali’yi öldürenin Şakir olduğunu.

Okumamış, eline bir meslek almamış Yusuf; bu çakallar dünyasının saldırılarından roman boyu kurtulamaz. Yusuf demek;  masumiyet, doğallık, dalaveresizlik, aşkına sahip çıkan adam demek…Romanda insan üstüleştirilen Yusuf; yumrukları, tabancası da olsa hiçbir şeyi değiştiremez. Kendi evinde karanlıkta, yeni Kaymakam İzzet beyi mi, Şakir’i mi öldürdü bilinmez.

Sabahattin Ali, bir kahraman Yusuf yaratmıştır. “Öldürdüklerinden sonra yönünü dağa veren Yusuf’un yolu mudur toplumu kurtaracak olan?” Oysa Yusuf’un bileği hep okumamasından bükülmüştür. Selahattin  bey öldükten sonra yerine gelen Kaymakam İzzet bey, göreve başlar başlamaz, Hilmi beyler gibi zengin eşrafla içki alemleri düzenlemeye başlamıştır. Kirli güçlerle arasını iyi tutan İzzet Bey; Yusuf’un, iyi okur yazar olmamasını, baş parmağı olmamasını gerekçe göstererek tahrirat katipliği görevinden kendisini alır. On gün, on beş gün kurduğu yuvasından uzaklaşmasına yol açacak, köy köy dolaşarak yapacağı vergi tahsildarlığı görevine getirir. Şahinde hanımın zenginlik zaafı, Yusuf’un olmadığı günlerde, kirli insanlara evinde içkili ziyafet vermesine yol açar. Daha on beşindeyken içki sofralarına oturtulan Muazzez, Kaymakam İzzet’in, Cemal Çavuş’un kucağına düşer. Yusuf, bu yüzden elini kana bular.

Köylü insan, okuryazarlığı olmayan insandır romanın yazıldığı dönemlerde. Yusuf’un kent yaşamına uyum sağlamaması biraz da okumadan öte gidemeyişindedir. Fabrikatör Hilmilerle, Kaymakam İzzet gibilerle bireysel mücadelerle değil toplumsal uyanışlarla mücadele edilebilir. Okuryazar olmanın  ötesine giderek  okumaktan başka çare yoktur. Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf romanında, Cengiz Gündoğdu’nun çok yerinde değerlendirmeleriyle bize yanlış bir bakış açısı sunuyor istemeden.

Cengiz Gündoğdu, Kuyucaklı Yusuf eleştirilerine şöyle devam eder: “Romanın nesneleri çok zayıftır. Örge sıkı değildir. Nedensellikler dayanaksızdır. Paul Dumont, Kuyucaklı Yusuf’u över ama şunları da eklemek zorunda kalır. “Kuyucaklı Yusuf söz konusu oldukta, bazı bölümleri biraz ‘kolayca çırpıştırılmış’ bulmak olasıdır”. Dumont, Kuyucaklı Yusuf’un kurgusunu da eleştirir, kurguda tutarsızlık, yinelemelerden söz eder. Bu kadarı bile Kuyucaklı Yusuf’u estetik nesne olmaktan çıkarır”  

Sabahattin Ali’nin otuz yaşlarında yazdığı, ilk romanı olan Kuyucaklı Yusuf’un estetik nesne olup olmaması değerlendirmeleri de gözden kaçırılmadan, edebiyatımızda önemli bir değer olduğunu düşünüyorum. Her yazar, edebiyat ürünü koşulları içinde değerlendirilmelidir. Bu roman; halkı aile yaşamından, askerlikten soğuttuğu gerekçesiyle toplatılmıştır. 7 Ekim 1937’de bu eserle ilgili görülen davada, üç bilir kişinin raporu dikkate alınmıştır. Bilirkişilerden biri Reşat Nuri Güntekin’dir. Azınlıkları kalkındırmayı gözetmeden, ülkeyi kalkındıracak bir hamle yaparak raporuna şunları yazmıştır:   

 “Kuyucaklı Yusuf yüzümüzü ağartacak bir sanat eseridir. Zararlı bir tarafını göremedim. Mevzubahis tenkitler bugün el üstünde tutulan bazı Avrupa şaheserlerinde gördüğümüz -aynı mevzulara ait- tenkitler yanında son derece masum ve küçük kalır. Yalnız bir şahsın ve bir romanın değil, memleketimizde ilerlemesi lazım büyük ve faydalı sanatın da davasını gören cumhuriyet adliyesinden zaten zayıf olan Türk romanının cesaretini kıracak bir karar çıkmayacağını kuvvetle ümit ederim.
Maarif Vekaleti Müfettişlerinden, Reşat Nuri”  Davanın ikinci bilirkişisi, Deniz Harp Akademisi’nden Kurmay Binbaşı Münci Ülhan’dır. Ülhan raporunda; eserin eski saltanat devrinde, genel harbin başında geçen bir zamandaki olayları konu ettiğini belirterek, sakıncalı görmeyi vicdanen uygun görmediğini belirtir.  

 Davanın üçüncü bilirkişisi, İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü hocalarından Doçent Ziyaettin Fahri’nin raporunda şu satırlar geçmiştir: “Eserin 207. sayfasındaki tasvirlerden romanın askerlik gibi bir vatani vazifeden karileri soğuttuğu davası çürüktür. Bir defa romancının hayalinde mesut ve güzel bir Türkiye yaratmak cehdi vardır”  

Bu raporlar sonucu,  Sabahattin Ali beraat eder. Cağaloğlu’nda, Ankara caddesi’nde bulunan Yeni Kitapçı vitrinine şu ilanı yazmıştır: “Kuyucaklı Yusuf Beraat etti”.  Altına da savcının şu sözlerini eklemiştir: “Kuyucaklı Yusuf emsallerinden üstün bir eserdir.”

----------

  Gerçekçiliğin Estetiği, Cengiz Gündoğdu, İnsancıl Yayınları, 1.Basım, Ekim 2016, İstanbul, s. 166
 Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali, YKY Yayınları, 77.Baskı, Ekim 2017, İstanbul, s.9
  A.g.e, s.18
  Gerçekçiliğin Estetiği, A.g.e, s.170
  https://www.insanokur.org/kuyucakli-yusufun-1937-yilinda-halki-aile-hayati-ve-askerlikten-soguttugu-gerekcesiyle-toplatilmasi/
  A.g.e
  A.g.e