Okuma guruplarını çok önemsiyorum. Aynı kitabı okuyup gelen farklı insanlarla, karşılıklı olarak değerlendirmelerinizi paylaşabiliyorsunuz. Herkesin ortaya koyduğu yorumları dinleyince, bir bakıyorsunuz okurken kaçırdığınız pek çok nokta olmuş. Okuma guruplarının en büyük yararını burada görüyorum. Okuma gurupları, insanın ufkunu açarak bir kitabı daha dikkatli okumamızı sağlıyor. Ülkemizde her apartmanda, her mahallede üç beş kişi bile olsa bir araya gelerek okuma gurupları oluşturmalı. Kitap okumayı sosyalleştirmek, bu ülkenin birinci kültürel üretimi olmalıdır.
Pendik Okuma Gurubu olarak her ay, nobel ödülü almış bir yazarın kitabını okumak üzere bir araya geliyoruz. Sırası gelen arkadaşımız kitap önerisinde bulunuyor. Belirlenen günde bir araya geldiğimizde, herkes kitabı okumuş olduğundan sırayla yorumlarımızı paylaşıyoruz. Bu ayın önerilen kitabı, bu yıl nobel ödülü alan Kazuo Ishiguro’nun “Değişen Dünyada Bir Sanatçı” romanı oldu. Bir yazarın nobel ödülü almış olmasını, iyi eserler ortaya koyacağına ilişkin bir ölçüt olarak almıyorum. Bu düşünceyle daha önce hiç tanımadığım, kitaplarını okumadığım bu yazara ilişkin ne düşüneceğimi merak ettim. Yazarın yaşamıyla ilgili önce bilgi edindim.
Kazuo Ishiguro, 1954 yılında Japonya’nın Nagazaki kentinde doğmuş. Ailesi beş yaşındayken İngiltere’ye göç ettiğinden, otuz yıla yakın İngiltere’de yaşamış. İngilizce, felsefe eğitimi almış, yaratıcı yazarlık yüksek lisansı yapmış. 1982 yılında İngiliz yurttaşlığına kabul edilmiş.
Romanı elime alıp okumaya başladığımda, sayfalar ilerledikçe içimi bir sıkıntı sardı. Öncelikle yazarın dili son derece basit geldi. Yirmi beş sayfasından sonrasına gidemedim. Bıraktım. Pendik Okuma Gurubu ile bir araya geldiğimizde okumuş olmam gerektiğinden, on gün sonra kitabı yeniden okumaya başladım. Okurken notlar aldım. Kitabı bitirdim. Baştan sona aldığım notlar üzerinden genel bir bakışla değerlendirmeye çalıştım. Roman, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasını, ünlü bir ressam olan Bay Ono’nun gözlerinden anlatım üzerine kurgulanmış.
Savaşın izlerini, Bay Ono’nun yaşadığı evinin kimi bölümlerine denk gelen bombalarda görürüz. Karısı, oğlu Kenji savaşta öldürülmüştür. Yıkık harabe binalar ortalıktadır. Japonya 2.Emperyalist Paylaşım Savaşı sonunda yenilerek koşulsuz teslim olmuştur, ordusu dağıtılmıştır. İşgal kuvvetleri komutanının emriyle Japonya’da hazırlanan yeni anayasada, imparatorun yetkileri sınırlanmıştır. Abd’nin işgali sonucu uygulamaya konulan kültür emperyalizmini, Bay Ono’nun torunu İçiro’nun Temel Reis’ten ötürü ıspanak sevmesinde, deh deh diyerek kovboyculuk oynamasında, annesinin babasının İçiro’ya kovboy şapkası almasında görürüz. Japon kültürünün kaybolmasından endişelenen Bay Ono, torununun Japon samuray kahramanlarını tanımasını istemektedir.
Bay Ono’nun iki kızı vardır. Büyük kızı Setsuko, İçiro’nun annesidir. Küçük kızı Noriko, evlenmek istemektedir. Alt sınıf bir aileden gelen Miyake, bir yıl önce Noriko ile evlenmekten vazgeçmiştir. Daha sonra Noriko, Taro Saito ile evlenir. Romanda; Miyake, Taro Saito, Setsuko’nun eşi Suiçi üzerinden yeni kuşağın savaşa bakışı verilir. Suiçi’ye göre Kenjiler cesurca ölmeye giderken, onları savaşa gönderenler şimdi eskisi gibi yaşamlarına devam etmektedirler. Japonya’yı yönetenler, Japonya’yı felakete sürüklemişlerdir, şimdi de Amerika ne istiyorsa vermektedirler. Kenjiler aptalca davalar uğruna ölmüştür. “Asıl suçlularsa hala aramızda” der Suiçi.[1] Savaşın sonunda Japonya’da intihar olayları artmıştır. Savaşın korkunç sonuçlarından kendilerini sorumlu tutanlar “özür dilemek” adına intihar etmektedirler. Miyake’nin çalıştığı ana şirketin başkanı da intihar etmiştir. Şöyle der Miyake: “Fakat dürüst olmak gerekirse şirketteki herkes çok rahatladı. Artık geçmişteki günahlarımızı unutabilir ve geleceğe bakabiliriz. Başkanımız büyük bir iş yaptı” [2] Japonya, 19.yy ortalarına kadar batı uygarlığına kapalı bir feodal devlet yapısındaydı. 1854’te Abd, İngiltere, Hollanda, Rusya gibi ülkelerle ticaret antlaşması yaparak kabuğundan çıktı. Uzakdoğu’nun birinci emperyalist ülkesi olma yolunda siyaset izlemeye başladı. Bu emperyalist hırsın yarattığı vahşet, Çin’de Nanging Katliamı’nı yarattı. Komutanlar, askerlere “diledikleri gibi yağma, tecavüz edebileceklerinin” sözünü verdiler. Aralık 1937 ile Ocak 1938 arasındaki 6 haftalık savaş sonunda, 300 bin insan, 20 bin kadın tecavüz edilerek öldürülmüş, 100 binden fazla yaralı olmuştur. Nanging Katliamı’nın fotoğraflarına bakamadım.
Gelelim romanda Bay Ono’nun sanatçı yönüne. Takeda Şirketi’nde çalışırken, ressamlar alınan siparişlere göre resim yaparlar. Siparişleri yetiştirmek için günlerce, saatlerce yorulurlar. Bu şirket; sanatın, sanatçının metalaşmasını gösterir bize. Burasının kendisini geliştirmediğini düşünen Bay Ono, resim yaparken hız konusunda geride kalan, bundan ötürü de horlanan, Kaplumbağa lakaplı arkadaşını da ikna ederek ünlü bir resim hocası olan Seiji Morijama’nın öğrencisi olur. Seiji Morijama, resimde batılılaşma tekniklerini kullanan, öğrencilerini Su Fenerleri çayhanesi, okçuluk lokali gibi eğlence mekanlarına iten biridir. Resim yapan öğrenciler arasında sürekli bir yarış vardır. Seiji Morijama’nın tarzının dışına çıkan hain ilan edilir. Morijama’nın en gözde öğrencisi Sasaki, resimde kendini ilerletmesiyle hocasına rakip olma belirtileri gösterince, hocasıyla arasında tartışma yaşanır. Morijama, sanat dünyasında yaratıcılıkları sınırlayan bir otokrasidir.
Bay Ono'nun, sanatsal bakışının gelişmesinde, tanıştığı Matsuda etkili olur. Ono, resimlerinde toplumsal sorunlara değinmemiş, Japon zenginlerinin emperyalist politikalarını destekleyen milliyetçi eserler ortaya koymuştur. “Ufka Dikilen Gözler” tablosunda iki asker süngülerini çekmiştir, ortadaki askerin kılıcının yönü Asya’yı göstermektedir. Üstte de üç siyasetçi vardır. Ono’yu, Matsuda ile gittiği gecekondu mahallesindeki lağım kokusu, yoksulluk, orada gördüğü üç çocuk derinden etkilemiştir. Matsuda şunları söyler: “Bugünlerde en büyük yeteneği gerçek dünyadan saklanmak olan bir ressam cinsi türedi. Bu ressamlar, şu an ne yazık ki çoğunlukta görünüyorlar ve sen de, Ono, onlara kapılmışsın. Öyle sinirli bakma, doğru söylüyorum. Senin dünya hakkındaki bilgin bir çocuğun ki kadar. Mesela Karl Marx diye birini hiç duydun mu?” [3] Ono, “Gönül Rahatlığı” tablosunda yoksullukla zenginliği karşı karşıya getirmiştir. Bu tabloda kullandığı farklı teknik yüzünden arkadaşı Kaplumbağa, hocasına ihanet ettiğini düşünerek “hain” demiştir kendisine. Morijama, Ono’yu, Takeda gibi bir şirkette çalışabileceğini söyleyerek tehdit etmiştir. Morijama’nın yanından ayrılan Ono, sonunda ünlü bir ressam olur.
Ünlü bir ressam olmasının Japonya’ya ne faydası olmuştur? Savaş sonrasında zaman zaman bunu sorgular. Hatta kızları, milliyetçiliği körükleyen şarkılar bestelediği için kendini suçlu görüp intihar eden Yukio Naguçi gibi babalarının kendisini öldürmelerinden korkmaktadırlar. Ono, pek çok sanatçı gibi Japon emperyalizminin dünyada yarattığı felakete coşkuyla katılmıştır. Çizgisinin yanlışlığını gördüğünden, torununa yapmış olduğu resimleri göstermemektedir.
Bir yazar, yazmış olduğu edebi eseriyle okura izleğini duyumsatır. Ben romanı okuyup bitirince, izleğinin sayfa yüz elli sekizde Matsuda’nın şu sözlerinde olduğunu düşündüm: “Matsuda, “Subaylar, siyasetçiler, iş adamları” dedi. “Bu ülkenin başına gelenler için hep onları suçladılar. Fakat bizim gibiler, Ono, bizim payımız hep sınırlı kaldı. Artık kimse senin ve benim gibilerin yaptıklarına aldırmıyor. Bize baktıklarında yalnızca bastonlu iki ihtiyar görüyorlar” [4]. Sonuç olarak Kazuo Ishiguro, romanda sanatçıların toplumsal sorunlardan siyasetçiler kadar sorumlu olduğunu söylemek istemişti. İlk başta okumaktan sıkıldığım kitabı, biraz daha derin okuyunca anladığımı düşünmüştüm.
Pendik Okuma Gurubumuzla yaptığımız toplantıdan sonra romanla ilgili fikirlerim değişti. Bir arkadaşımız, “2.Paylaşım Savaşı’ndan hemen üç yıl sonrası anlatılırken, genç kuşağın Amerika’nın attığı bombalara hiç tepki duymamasını tuhafsadığını” söyledi. Öyle ya; Miyake, Suiçi, Taro Saito…genç kuşak savaşın sonuçlarından, Japonya’yı savaşa sürükleyen Japon devlet yöneticilerini sorumlu tutuyordu. Oğlu İçiro’nun bir samurayı sevmesindense bir kovboyu sevmesinin daha iyi olduğunu söyleyebilen Suiçi’nin Amerikan emperyalizmine hiçbir tepkisi yoktu. 2.Emperyalist Paylaşım Savaşı başladığında, Abd, savaşın dışında kalmıştır. Japonya, 7 Aralık 1941’de Pearl Harbor Amerikan donanmasına saldırdığında 2500 insan ölmüştür. 8 Aralık 1941’de Abd, Japonya’ya savaş ilan etmiştir. Abd, böylelikle dünya savaşına katılmıştır. Abd’nin, 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya, 9 Ağustos 1945’te Nagazaki’ye attığı atom bombaları sonucunda 360 bin insan öldürülmüştür. 2500 öldürülen insana karşılık 360 bin insan öldürülmesine, Amerika’ya, Japon yeni kuşağının romanda hiçbir tepkisi yoktur. Roman bütünlüklü değerlendirildiğinde, izleğin sonucu şimdi bende değişmiştir: Kazuo Ishiguro, Japon asıllı bir yazar olmasına karşın romanında; dünyadaki en büyük emperyalist güce karşı tepki veren bir karakter ortaya koyamamış değildir, koymamıştır. Kitabı yorumlarken bir başka arkadaşımız Bay Ono’nun toplumcu eserlere yönelerek sosyalist bir karaktere dönüşmediğini söyledi. Ben Bay Ono’nun sanatında toplumcu çizgiye kaydığını düşünerek fazla iyimser olduğumu gördüm sonra.
Bay Ono, yaşama bakışını etkileyen Matsuda’nın ölüm haberini aldığında şöyle diyor: “Dün sabah geç saatte Matsuda’nın ölüm haberini aldıktan sonra hafif bir öğle yemeği yedim, ardından biraz egzersiz yapmaya çıktım.” [5] Yaşama bakışında değişiklik yaratan bir kimse için “üzüldüm” bile demiyor. Sanatçıların toplumcu eserler ortaya koyması için çabalayan, dünyayı değiştirmek isteyen, Karl Marks’tan söz eden Matsuda’ya yazar; romanın sonunda “geçmişte yaptıklarının yanlış olduğunu, yeterince geniş bir bakış açısı olmadıklarını, sıradan insanlar olduklarını” söyleterek adeta “yanlış yaptık” dedirterek Batı emperyalizmi önünde teslimiyet gösterttirmektedir. Oysa Matsuda’nın yolu yanlış değildi. Ono’yu yoz sanatçı topluluğu içinde olmakla yerinde eleştiriyordu. Kazuo Ishiguro, bu noktalarda ince manevralar yaparak karakterlerini kendi dünya görüşüne uygun olarak konuşturuyor. “Evet, yoksulluk var, yoksulluğu hayır sever işlerle çözebilirizden” öte bir dünya görüşü olduğunu düşünemedim Kazuo Ishiguro’nun. Emperyalizmin Japon olanı ya da Abd’li olanı yoktur. Japon emperyalizmine karşı olup Abd emperyalizmine karşı tek bir laf etmeyen yeni kuşaktan ancak Japonya’da savaş sonrası çoğalan şirketleri öven karakterler ortaya çıkar. Kazuo Ishiguro, romanı kendi dünya görüşüne uygun olarak bitiriyor: “Şehrimizin nasıl onarımdan geçirildiğini ve şu geçen yıllarda her şeyin nasıl hızla yoluna girdiğini gördükçe içimi samimi bir sevinç kaplıyor. Milletimiz geçmişte hatalar yapmış olabilir ama belli ki artık daha doğru bir yola girme fırsatını yakaladı. Bize de şimdiki gençlere iyi dileklerde bulunmak düşüyor” [6]. Bu gençlik, çocuklarına kovboyları sevmesini öğretiyor, şirketleri övüyor, atom bombaları hakkında tek bir laf etmiyor, modern apartmanlarda yaşamaktan mutlu. Emperyalist devletlerin yarattığı yeni kuşaklardan Kazuo Ishiguro’nun umutlu olması hiç çelişkili değil.
Edebi açıdan romanı hiç güçlü bulmadım. Birinin başından geçenleri, düşündüklerini “anlatı” biçiminde aktarması gibi geldi bana. Tipik karakterler yok. Orhan Kemal’in “Murtaza” karakteri gibi romandan tipik bir karakterler çıkmıyor. Şimdiki zaman olaylarını anlatırken geçmişe gidiyor, tekrar şimdiki zamana “ne diyordum, konudan uzaklaştım” gibi bir kolaycılıkla geliyor. Anlatı biçiminde olduğundan kurgusu yok.
Alman ozanı Goethe, “okumayı öğrenmek sanatların en gücüdür. Ben bu işe yaşamımın seksen yılını verdim yine de tam olarak öğrendiğimi söyleyemem” [7]der. Goethe böyle diyorsa, iyi bir okuma sanatçısı olmak için daha yürüyeceğimiz çok yol var demektir. Okumayı, okuma guruplarıyla sosyalleştirdikçe bu konuda alacağımız yol daha uzun olacaktır.
- Değişen Dünyada Bir Sanatçı, Kazuo Ishiguro, YKY Yayınları, Çev: Suat Ertüzün, Ekim 2017, İstanbul s.50
- A.g.e, s.48
- A.g.e, s.136
- A.g.e, s.158
- A.g.e, s.155
- A.g.e, s.162
- Eleştirel Okuma, Emin Özdemir, Bilgi Yayınevi, 10.Basım, Ağustos 2017, İstanbul, s.12