Fransız yazar Gustave Flaubert’in (1821-1880) Modam Bovary eseri, 1856 yılında, “Revue de Paris” dergisinde “bölüm bölüm” yayımlandığında, ahlakdışılık ve dine aykırılık suçlamasıyla yargılanmıştır. Bu romanı yargılaması nedeniyle, adı günümüze kadar gelen savcı Pinard’a göre romanda eş aldatma yüceltilmekte, cinsel duygular kışkırtılmaktadır. Bir gerçeklik vardır ki, egemenlerin sanat eserlerini yargılamalarının asıl nedeni, iktidarlarının sarsılmasından korkmalarıdır. Bu korkular, türlü türlü kavramların kutsallaştırılması altında gizlidir. Pratik yaşamda, evli olduğu eşini aldatan erkeklere “ahlakdışılık” kavramı yakıştırılmazken, Flabubert’in, Madam Bovary karakteri nedeniyle eserinin yargılanması ikiyüzlü bir tutumdur. Bu roman, kendi döneminde tartışmalara yol açmıştır. Romanın güncelliğini yitirmemesi nedeniyle, bu tartışmalar günümüzde de sürmektedir. Bir eserin tartışma yaratabilmesi önemlidir. Madam Bovary, suya sabuna dokunmayan bir yazın ürünü olsaydı günümüze kadar gelemezdi. Bu eser, Flaubert’in ilk romanıdır ve beş yıl emek vermiştir.
Ataerkil toplum düzeninde, erkeğin egemenliği vardır. Erkeğin egemenliğini sürdürdüğü alanların başlıcaları, evlilik kurumu, üretim kuruluşları ve devlettir. “Ailenin reisi erkektir” ifadesi yasalardan çıkarılsa da pratikte geçerli olmayan bir durumdur. Kendini, erkekten ayrı bir birey olarak göremeyen kadın sayısı, günümüzde az değildir. Kadının bu bilinçsiz durumuna yol açan, erkek egemen baskı düzenidir. Bu baskı düzeni, kadını belli bir kalıp içinde yaşamaya zorunlu tutar. Kadını baskı altına almak için; din, aile, devlet, erkeğin çıkarlarına göre ayarlanmıştır. Kadınlar, kendisine biçilen rolün dışına çıkmaya kalktıklarında, en ağır biçimde cezalandırılırlar, kınanmaya uğrarlar. Namus, ahlakdışılık kavramları erkekler için değil kadınlar için geçerlidir. Madam Bovary, bu ikiyüzlü ahlak anlayışını yargılama fırsatı verir gerçeğin sevdalılarına. Kadın özgürleşirse, ataerkil aile ve ataerkil devlet için tehlike var demektir. Savcı Pinard, görevini bu yüzden yerine getirir. Bu romanı genç kızlar okumamalıdır, evli kadınların aklına “aşk tutkusu” düşmemelidir.
Bundan sonrasında romandan söz edeyim: Charles Bovary, sonunda hekim olmuştur. Bir gün ,Bertaux’ta yaşayan Mösyö Rouault, bacağını kırdığı için, Charles’ı çiftlik evine çağırmak zorunda kalır. Charles, babasıyla birlikte bu çiftlik evinde yaşayan Matmazel Emma ile ilk kez karşılaşır. Kendisini sürekli kontrol altında tutan Heloise ile evli olması, Charles’in daha ilk günden Emma’ya karşı ilgi duymasını engellemez. Sık sık Tostes’ten, Bertaux’a gelmeye başlar. Emma, manastır okulunda iyi bir eğitim görmüştür, dans, coğrafya, resim, elişi bilmektedir, piyano çalmaktadır. Kocasının sık sık Bertaux’a gitmesinden rahatsız olan ve bunu engelleyen Heloise, bir süre sonra aniden ölür. Bertaux’a gitmeler yeniden başlar. Rouault Baba, kızı Emma’yı Charles’a vermeye dünden razıdır. Charles, on dört ay boyunca ayakları buz gibi soğuk olan Heloise’den sonra güzeller güzeli Emma ile evlenir. Emma için bu evlilik, bir süre sonra bir düş kırıklığına dönüşür. Başlangıçta aşık olduğunu sanmıştır. Ne yazık ki, bu aşkın sonucu olması gereken mutluluk bir türlü gelmemektedir. Kitaplardaki mutlulukların, tutkuların, sarhoşlukların izine yaşamında rastlayamamaktadır. Ruhundaki özlemleri, on üç yaşında girdiği manastırda okurken filizlenmeye başlamıştır. Charles’ın karakteri bu özlemleri gidermeye uygun değildir: “Charles’ın konuşması bir sokak kaldırımı gibi dümdüzdü, bayağı kılıklar içinde, bir heyecan, bir kahkaha, bir düş uyandırmadan geçip giden, orta malı düşüncelerle doluydu. Rouen’da kaldığı sıralarda tiyatroya gidip Paris oyuncularını görmek merakını duymamıştı, öyle söylüyordu. Ne yüzmesini biliyordu, ne kılıç kullanmasını, ne de tabanca atmasını; bir gün Emma bir romanda bir binicilik terimine rastlamıştı da onu bile açıklayamamıştı”(s. 62)
Charles, karısının iç dünyasında büyüyen boşluğu fark etmeyecek kadar kör bir sevgiyle sever Emma’yı. Boşluklar; fizik yasası gereğince, rüzgarların, yağmurların, sarsıntıların etkisiyle dolar. Emma, baloların parıltılarını, tiyatroların uğultusunu; seçkin, akıllı, bilgili bir kocayı, tutkulu bir aşkı özlemektedir. Aile olarak katıldıkları bir davet balosunda, kendisini valse çağıran Vikont, ruhunun boşluğuna akan ilk erkek olur. Vals ederken, yaşamın tekdüzeliği kaybolur, dünya döner Emma için. Tutkusuz yaşamı gittikçe Emma’yı sinir hastası yapar. Tostes’dan sürekli dert yakınmaktadır. Kendisi için zor olmasına karşın Charles, Tostes’den Yonville’ye taşınmaya karar verir. Bovary ailesi, burada yeni insanlarla tanışır. Emma’nın içinde büyüyen boşluğu, kendisine doğru Leon’u çeker. Leon’la saatlerce kitaplar üzerine konuşurlar. Aşk, birden bire gelmektedir. Gizli gizli, sadece uzaktan özleyerek yaşarlar bu aşkı. Leon, bir süre sonra Yonville’den ayrılmaya karar verir. Emma’nın boşluk sancısı yeniden başlar. Sık sık baygınlıklar geçirir, kan kusar. Kayınvalide ile Charles, Emma’nın roman okumasını engellemeye karar verirler. Kayınvalide, Emma’nın kitapçısına giderek aboneliklerini iptal ettirmeyi üstlenir. Güzeller güzeli Emma, evlerine bir sebeple gelen Rodolphe ile tanışır. Kadın avcısı Rodolphe: “Şöyle çapkınca üç sözcük söyledin mi sana hayran kaldığının resmidir” (s.160) diye düşünerek Emma’yı elde etmeye karar verir. Saf ruhlu Emma, kitaplardan okuduğu aşkı bir gün yaşayabileceğine inanmıştır. Sevdiği erkekle, bir çocuğunu da alarak, uzaklara kaçıp gitmeyi göze alabilecek olan güzeller güzeli Emma’yı, en büyük acıyı yaşatarak yarı yolda bırakan Rodolphe olur: “Yurdumdan ayrılamam doğrusu, bir çocuğun yükünü omzuma alamam…hem de bir sürü güçlükler, masraf…hayır, hayır, bin kere hayır”(s.237) Akıllanmaz Emma. Rodolphe ile ayrıldıktan bir süre sonra, Rouen’de gittikleri bir tiyatroda Leon ile karşılaşırlar. Eski aşk yeniden alevlenir. Bu sırada Emma, Lheureux adında bir tefecinin sinsi ticaret tuzaklarına yakalanır. Senetler imzalayarak borçlanır. İçindeki lüks yaşama tutkusu da, aşk tutkusu kadar güçlüdür. Sonuçta borçlanma o kadar büyür ki, evlerine icra gelir. Kocasından gizlemek ister durumu, her yerde borç aramaya başlar. Rodolphe’a, Leon’a bile gider. Rodolphe, hiç parası olmadığını söyler. Leon, para bulmaya çalışacağını söylese de buluşma saatinde ortalarda görünmez. Aşk hayal kırıklıkları ve gelen icralar sonunda Emma yıkılır.
Madam Bovary, edebiyatta gerçekçilik akımının ilk ve önemli eserlerinden biridir. Gerçekçilik akımı, romantizm akımına karşı tepki olarak doğmuştur. Romantizm, aklı bir kenara itip, duyguları, yüreği önde tutar. Madam Bovary’nin yaşamı, romantizm etkisindedir. Aklı saf dışı bırakıp, yüreğinin coşkusuna kapılıp gitmiştir. Bedelini de ödemiştir. Ahlakçı olup, savcı Pinard gibi Madam Bovary’yi yargılayacak mıyız? Madam Bovary’ye “ahlaksız kadın” deyip tüm masumiyetimizi ortaya koyabiliriz istersek. Mutlu olmadığı bir evlilikten, saf çabalarla, kendisine çıkış yolu olarak aşkı seçen bir kadının kurtulma çabaları mı daha namusludur yoksa mutlu olmadığını bile bile, düzenle uyum içinde yaşamak köleliği mi daha namusludur? Savcı Pinard, hevesini alana kadar evli bir kadınla aşk yaşayan Rodolpe’u, Leon’u ahlakdışı davranmakla suçlamamıştır. Bir kadının duygularını yıkmanın utancını taşımamışlardır bu korkaklar. Sorumluluğunu alamayacakları bir aşkın içinde olmak suç değil midir? İnsanları borçlandıran tefecinin ahlaksızlığı da hiç kimsenin gözüne batmamaktadır. Eczacı Homais’in seçkin insanlarla kurduğu çıkar ilişkileri, sahteliği de hiç kimseye ahlakdışı görünmemektedir. Tek suçlu, Madam Bovary’dir. Madam Bovary’ler, Rodolphe’ler, Leon’lar, Charles’lar, Homais’ler, Lheureux’lar yalnızca Fransa’da değil, Türkiye’de, Rusya’da…dünyanın her yerinde vardırlar. Flaubert’in, bu gerçekliği ortaya sermesini yargılamıştır savcı Pinard. Kimse, ahlakın toplumun tüm alanlarında ve cinslerinde iktidar olması gerektiğinden söz etmemektedir. Bireyi ahlakdışı olmaya iten koşullar sorgulanmamaktadır öncelikle. Tek suçlu, Madam Bovary’dir. Madam Bovary dışında, herkes namusludur.
Gustave Flaubert, Madam Bovary, Can Yayınları, 12.Basım, Çeviri:Tahsin Yücel